Türk edebiyatının önde gelen hikayecilerinden Sait Faik Abasıyanık, hayatının büyük çoğunluğunu Burgazada’da, adanın insanları arasında geçirmiş, ailesinin maddi imkanlarının genişliğine rağmen bu imkanları kullanmayarak adeta kıt kanaat geçinmiş, sıradan insanı gözlemlemiş ve hikayelerinde çok sevdiği insanı anlatmıştır. Anlattığı kişilerin içerisinde yaşayan onlardan biri gibi giyinen onlar gibi davranan Sait Faik “balıkçılar ile özel olarak dosttur” ve günlük hayatında balıkçılar ve balıkçı kahveleri onun sanatının damarlarından birini oluşturur.
Sait Faik edebiyatımızda neredeyse tek sayılabilecek bir tavırla hemen hemen tüm kitaplarında balıkçılara dair hikayelere yer verir. Hikayelerinde sadece balıkçılar değil, balık sezonu da konu edilir. Örneğin kalpazanlar kayasının üzerinden lodos aşıp da adaya kış geldiği zaman balık mevsimi gelmiş demektir. Bir hikayesinde balıkçı Antimos’u tanıtır ve onun sesinin denizde dinlenmesi gerektiğini, büyüleyici olduğunu, ağ örerken söylediği şarkıların ve sesinin güzelliğini över. O tam seksen yaşında bir adamdır. Kimseye kötü davranmamıştır. Ömrünü balık ağı ile örmüştür. O, denizden yiyeceğini çıkarmıştır. İki gün balığa çıkmasa aç kalır ama yetmiş senedir her gün balığa çıkar. Her gün tuttuğu balık, yarının ekmeğine yetecek kadardır. Bu kadar almak da kimsenin hakkını yememektir.
“Bir Kaya Parçası Gibi” isimli hikayede,
Sait Faik, Balıkçı Barba Vasili ile balığa çıkar. Barba Vasili mesleğine tutkundur. İş bilir ve ustadır. Sisli bir havada Vasilinin çok iyi bildiği Marmara sularında Kınalıada seferine çıkarlar ve yazar, denizin manzarasından, adanın sis ile büründüğü muhteşem görüntüsünden çok etkilenir. Sait Faik Van Gogh tablolarına benzetir bu güzel görüntüyü. Sait Faik yaşadığı bu tecrübe dolayısı çok mutlu olur. “O gün Barba Vasili ile o dev gibi, durmadan değişen Van Gogh tablosu önünde, bir sürü sperka, hanos, iskorpit yakaladık. Sis açıldı, kapandı. Renkler ve şekiller büyüdü, küçüldü. Sesler acı acı, tatlı tatlı, garip garip ötüştü, bağrıştı. Sonra güneş ve imbat, sisleri önüne katarak sürüp götürdüler. O zaman kendimi hikaye masaldan sıyrılmış bir halde, küçük bir sandal içinde Kınalı’nın tenha bir kayasının beş on metre ötesinde ekmek parası için dünyanın, İstanbul ‘un bir kayasının, denizinin bir sandal parçasında saydıklarım gibi mesut buldum.”
“Ormanda Uyku’’, hikayesinde,
Sait Faik, iki yıl insanlardan kaçtıktan sonra, ruh ve beden yaralarının çaresi olarak denize sığınışını dile getirir ve Kaşıkadası’nda karides avlayan balıkçıları görünce hastalığını bile unutur. Karides avlayan balıkçıların karpit lambalarını, her akşam bu saatte, yemekten sonra, bir kocaman deniz suyunu karıştırarak içiniz. Bütün dünya rengini değiştirecektir. Sait Faik, balıkçıların yanında olarak o hayata dair her şeyi bilmek ister. Örneğin “Bir Kıyının dört Hikayesi”nde yazar, ada çocuklarından balıkları, balıkçılığı ve deniz efsanelerini öğrenir.
Deniz, Sait Faik için sonsuz özgürlük demektir. Dertlerden, tasalardan, huzursuzluklardan kurtuluştur.