Söğüt’ün tarihi köylerinden birisi olan Borcak’ta rahmetli dedem ve babaannemle beraber gaz lambasının ışığında yediğimiz akşam yemeğindeki hamsi tava, zihnimdeki ilk hatıralar arasındadır. Halbuki o tarihte köyde elektrik vardı, dolayısıyla gaz lambası bir kesinti anında kullanılıyor olmalıydı. Ben genellikle yaz aylarında orada bulunurdum. Fakat sofrada balık olduğuna göre, zaman ekim yahut kasım ayı olmalı. O sene köyde geçirdiğim sürenin sonbahara kadar hangi sebeplerle uzadığını bilmiyorum. Çocukluğun verdiği hayat neşesiyle beraber o balığın çok lezzetli olduğunu hala hatırlıyorum.
Cumartesi günleri babam köyden pazara giderdi. O günün çocukluğunda pazara gidilen günün ne kadar önemli olduğunu izaha gerek yoktur. İlçeye ancak Pazar kurulduğu gün balık gelirdi. Babam, balığın fiyat bütçesine uygun olduğu zamanlarda muhakkak balık alırdı, aldığı balık genellikle hamsi, nadiren palamut, istisnai olarak da istavrit olurdu. O vakitler pazara zaten başka balık gelmezdi. Babamın dönüşünü dört gözle beklerdik; arabadan indiğinde elindeki hamsiyi bana uzatır, içimiz bir başka heyecanlanırdı. Babam pazardan eve dönüşünde yorgun argın divana uzanır, biz de pazardan neler aldığını sorar, sepeti karıştırmayı ihmal etmezdik. Annem çoğunlukla hamsiyi tavada kızartır, bazen de buğulama yapar, kuzinenin fırınına balığı soğumasın diye koyardı. Hatırladığım, müstesna tatlardı. Balık, çocuklar için o günün öğle yemeğinin rengiydi, kokusuydu, tadıydı.
Ruhi Güler.